17 Ekim 2009 Cumartesi

şair'e övgü...

“çiçek atın yenilmiş asilere...”
Murathan Mungan

Vicdanı yağ bağlamış envai çeşit muhterisin-muktedirin ağzı memleket bekasından söz ede ede kas yapıyor. Öldürülen çocuklara biter bitmez unutulan devlet törenleri, sağ kalan çocuklara saniyesinde müebbet... Ve iki kardeş dağda hâlâ ölümün hükmü sürüyor. Kin, kan, bomba, yurt-ulus-adapazarı, diye sayıklıyor fazla mesaisi ücretlendirilmediği için için için küfreden mağdur ve meşgul Azrail. Kandan yapılma bayraklara büyük-yapıt muamelesi, anasının dilini öğrenmek isteyenlere sapık bekar muamelesi, barış ve kardeşlik istediği için sırtından vurulanlara 'sen zaten hiç olmadın ki' muamelesi... Cehennem yani, ve onun zebanileri...
Ama o cehennem ateşini neyin söndürüp zebanilerin boğazına kanlı ikbal lokmalarını kimlerin dizebileceğini biliyorum ben... Şu sıralar ortada görünmüyorlar fazla, bir kısmı toprağın altında zira, bir kısmı loş odalarda... Mezarlıklarda biten ısırgan otları gibi bazıları, bazıları köşelerinde sessiz sedasız çıban-deşen bıçaklar biliyorlar... Biliyorum ki hayatın kelimelerine çalışıyorlar deliler gibi, bize yaşamanın kıymetini öğretecek mütevazı yaslar hazırlıyorlar, yalanı-ihaneti-soysuzluğu hakikatin heybetiyle teşhir edecek cümleler kuruyorlar...
Onların geçici suskunluğuna dair samimiyetsiz 'ah vah'lar uçuşuyor havada. “Keşke aramızda olsalardı, keşke hayat onların kelimeleriyle birlikte yaşansaydı, ama can çekişiyorlar, ne yazık” deniyor onlar için. İnanmayın, aslında memnun herkes... Onların konuşmadığı yerde bütün dandik tekerlemeler makbul, bütün sefil nakaratlar makul, bütün ölümcül yalanlar mebzul zira... Cümlenin öğelerini bulma yarışması yapıp bütün öğeleri yanlış bulmak mümkün zira...

Ey ahali! Savulun, şairler geliyor... 
Ey katiller! Korkun, şiir yaşıyor...
Umutlanmak, öfkelenmek, sevinmek, gülmek, ağlamak, ruhundaki hakikat iklimiyle tekrar kucaklaşmak isteyenler, açın kitapları okuyun bakın şairler ne diyor...
“Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta/Her şey naylondandı o kadar...” diyor Uyar. “Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar/Ve dağılmış pazar yerlerine memleket...” diyor Cansever. “Bir günler şölenlerle egemen ülkende/Şimdi iri gagalı yalnızlıklar dönüyor...” diyor Süreya. “Hayatın orta öğretmeni sustu, dondu gülmeleri çocukların/Bir cenaze töreninde daha ölümü karşılamaya götürüleceğiz...” diyor Ayhan. 

Bugünün arsız, savaşkan, kansever deliliğini, kendi bin boyutlu, ince, vicdanlı deliliğiyle yine bizzat şiir derdest edip tarihe gömecek, hiç şüpheniz olmasın...
Bakmayın siz Turgut, Edip, Cemal, Ece... öldü diyenlere, geleceğin kızıl kardeş gülleri onların mezarlarında açıyor... 
Bakmayın siz şair can cekişiyor, şiir rahmetlik diyenlere... Didem Madak “çiçekli şiirler” yazmaya devam ediyor... Kemal Varol cümlemizin aşkına “Temmuz'un On Sekizi”nde randevu veriyor... “Koy G.tüne Dünyanın” diye tokatlıyor Cihan Oğuz... Ali Duran Topuz, “Ben ölmeye geldiydim” diye fısıldıyor yolu değişecek olan uykulu yolcuya... Ömer Şişman'la Erhan Altan 'Heves'le kapıya dayanıyor: “Tık tık tık tak... Ve kahve kahve kahve kahve...”

Durmadan, soluk almadan şiir okuma vaktidir...
'Yenilmemiş şairlere' çiçek atma vaktidir...
Mesela 'De Gülüm!' diyen Küçük İskender'e: 

“de gülüm! De ki: ela bir günde geleceğim
  istanbul darmadağın olacak, saçlarım
  darmadağın. Hepsi, darmadağın!
  üzülme gülüm! Toparlanacağız, birlikte,
  ayağa da kalkacağız, yürüyeceğiz de gülüm
  hem de çelikten toprağını dele dele hayatın!
   
  de gülüm! De ki: bitmiştir umut, bitmiştir
  sevgi, bitmiştir güven!
  güven bana gülüm!
  sana bitmemişliği öğretecek, tattıracaktır
  hasretten-hakikaten-ten değiştiren yüzüm!...”


(Milliyet Sanat, Şubat 2008)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder