Sen gittiğinden beri yazdığın hikâyeleri tekrar tekrar okuyorum Reha Abi... Çok iyi bir hikâyeci derdim senin için, sen çok büyük hikâyeciymişsin abi... Kelimelerinin yorgun hikmeti, cümlelerinin kederli bilgeliği karşısında sık sık korkuya kapılıyorum, hemen suya uzanıyorum, uzandığım su genellikle yalnız olmuyor, o yüzden sabahları çekilmez oluyor, akşamları hep aynı oluyor abi...
Bilirsin, sen varken Yazgıların Tableti'ni severdim en çok... 'Suça karşıdan bakmaya mani bir hayat yaşayan' ve 'Zekâsını bir tür ahlakla bozan' Murat Davman'ı severdim... Yokluğunun ilk zamanlarında Cehennemde Bir Şehit'i ondan daha çok sever oldum... 'Atları sahipleriyle değil, kayboldukları yerde başıboş çizen ılık yüzlü ressamı'... Şimdilerdeyse en çok Ah O Müstehcen Salınış'ı seviyorum... 'Sevdiğini görünce zıplayan oğlanın yanında yatıp kalanı, yukarıda ağlayan kadını'...
Sonra Salınış'taki şu konuşmayı dönüp dönüp okuyorum...
Seninle konuşuyormuş gibi, senin mağarana gelecekmiş gibi oluyorum okudukça:
“Sarsıl amca,” dedim, “görmüyor musun ki ben bir askerim...”
“Pantolonun neden yırtık, garnizon sana yeni esvap vermedi mi, yeğenim?” diye sordu, sakin.
“Velev ki asker kaçağı olayım, beni saklar mısın?” diye sordum ona.
Sen gittiğinden beri sivil kaçağım ve beni benden başka saklayacak kimse yok Reha Abi...
Gitmene daha bir ay vardı, dünya futbol şampiyonasının çeyrek finalleri vardı ve sen keselenip pembeleşmek arzusundaydın... Burgaz'dan Bostancı'daki hamama giderken seninle, kara suların aktığı zeminine oturmuştuk vapurun ve büyükçe bir martıyı seçmiştik... Simite ekmeğe itibar etmiyor, sadece uçuyordu, bizim hizamızda, adeta bize bakarak... Bir müddet hiç konuşmadan onu seyrettik, o bizi seyretti... Toramandı, lakin zarif uçuyordu, ani manevra etmeden, sabırlı ve kalender... Birdenbire “Bizim için uçuyor” demiştin... Sonra beri yandan güzel bir kadın bize bakıverdi... Halimizi tuhaf buldu ihtimal, ondan bakıverdi... Güzel kadın bakınca biz de ona baktık, büyük martıyla irtibatımız koptu... Havai bir âna aitti belki kadının bizle alakası, artık bakmadı... Biz martıya dönelim dedik, martı artık yoktu... Bunu ben niye anlattım bilmiyorum, peki sen niye gittin abi?
Sen yokken sıkı kitaplar yazıldı, güzel filmler çekildi, kötülük baki kaldı abi... Sen olaydın burada, kötülüğü karides misali tuzlu suda haşlar, rakı eşliğinde ağır ağır kemirip film seyrederdik... Children of Men'i seyrederdik sözgelimi, sen çok severdin eminim ve bana bininci kez 'çocuk yap' derdin...
Hâlâ çocuk yapmadım, ama senin ardından senin için bir şey yaptım abi... Diyanet'e dilekçe yazdım, sadece şarap olmaz, ayıptır yazıktır günahtır, dedim abi... İntibaım anlayışla karşılandığım yönündeydi... Yanılmamışım... Geçenlerde cevap verdiler... Birkaç aya kalmaz cennet meyhanesinde rakı servisi başlayacakmış abi...
Senin ve sevdiklerin için yapabildiğim sadece bu oldu abi...
Sen gittiğinden beri işler kötü gitti Reha Abi...
Güzel gülüşlü sevdiğimi küstürdüm...
Lepiska saçlı babaannemi kaybettim...
Ağzımın tadı firar edip göğsüme ağrı şeklinde iskan oldu...
'Çehrem kızardı süs sanıp omzumu okşadılar'...
'Ödül aldım ama aslını bilen var'...
'Kazayla tercihi karıştırdım'...
'Neşem titredi'...
Sahi,
'Ölüm ne demektir Reha Abi?'
(*) Reha Mağden, iki sene önce, 25 Temmuz 2006'da gitti. Yazıdaki italik kısımlar gitmeden önce yazdıklarından alınmıştır...
(Milliyet Sanat, Temmuz 2008)